Bir "gölge" olarak yaşamayı tattığında, hiç'in bir anda nasıl da her olabildiğini anlayacaksın...

Thursday, September 19, 2013

Gece Uladı Gündüzü, Gece Uludu Gündüze

Aklımın sınırlarında geziyordu o sabah. Gece boyunca karanlığın ona, yalnızlığına, sessizliğine nasıl da saygı gösterdiğini düşündü durdu. Kıyıya vurmuş, sırt üstü yatan beyaz bir balinanın göbeğine yerleştirmişti kafasını. Uzanmış, bembeyaz gökyüzünü izliyor. Yıldızlar öylesine aydınlatıyordu ki geceyi, sessizlik öylesine yırtıyordu ki karmaşayı, bir yıldızı diğer yıldıza mavi, akışkan bir düşünceyle bağlıyor, oradan bir diğerine, ve bir diğerine atlayıp duruyordu. Bir süre sonra gecenin karanlığında masmavi bir gökyüzü beliriverdi gözlerinin önünde.

Derin bir nefes kiraladı ciğerlerine. Öyle uzun süreli değil, 4-5 saniyeliğine kullanıp doğaya iade edecekti hemen. Kiralarken imzaladığı senetin üzerinde para değil, huzur ve sadakat vardı. Bana sadık kal, sana huzur vereyim dedi doğa, nefesini ona verirken. Öyle derin çekti ki o nefesi, öyle tanıdık geldi ki o sıcaklık ona, bir kadının rahminden değil de, topraktan olduğunu hissetti o anda. 5 saniye içerisinde yaşadığı tüm bu duyguların ardından nefesini geri verdiğinde doğa da sözüne sadık olduğunu gösterdi.

Nefesini iade ederken tüm nefesine bir kurt uluması eşlik etti. Hemen ardından bir tane daha... O kadar sessizdi ki herşey; kendisini nefes veriyor değil de, adeta uluyormuş gibi hissetti. Uluyan bir kurt değil, kendisiydi. Sessiz nefesiyle gecenin sessizliğini uluyarak yırttı. O kadar derin yırttı ki geceyi, gökyüzünün melankolik mavisi bile ortadan yarılıp gökkuşağının tüm renklerini aldı o anda.

Herşey o kadar 'doğa'l oldu ki o anda, ihanetin acısını hissetti o yarıkta. Belki de yarılıp giden gökyüzü değil de, içinde yaşadığı dünya ile üzerinde uzandığı toprak arasındaki çelişkiydi. Bunca fedakar, bunca sıcak, bunca karşılıksız yardımı, bunca gözü kapalı güveni arkasına alıp da tüm bunlardan kazanç sağlamaya çalışan, annesini sırtından vuran insanoğlunun ihaneti. Bir zamanlar üzerinde oyuncağını gezdiren, üzerinde çıplak ayaklarıyla gezinen insan, nasıl bir gün gelmiş de onun üzerine beton dökmeyi akıl edebilmiş düşüncesi. Hani şimdi stres atacak yer arıyorsun ya, çıplak ayakla toprağa bas derlerdi eskiler. Çıplak geldiğin dünyada çıplaklık ayıp olmuş, geldiğin toprak beton olmuş. Ne çıplak kalmış, ne ayak, ne toprak kalmış, ne hayat.

İşte bu düşünceler vardı, verdiği nefese eşlik eden kurt ulumasının ardında. Bir uluma daha, bir milyon düşünce daha, bir u daha, bir mil daha. 8 milyar insan kadar uludu o gece nefesiyle. Sabah olduğunda ciğerlerine doldurduğu milyarlarca insanı da alıp, henüz uyurlarken duşa götürdü hepsini. Hararet yapmış ciğerlerinin seviyesine ulaştığında denizin soğuk çıplaklığı, o da çırılçıplak kaldı.

Tek bir noktaya topladı ciğerlerindeki milyarlarca insanı, ıslak dudaklarına getirdi hepsini. Gece boyunca uluyarak ona masal okuyan kurtlara teşekkür etmek istiyordu. Suyun çıplaklığıyla birleştirdiği çıplaklığına ıslıklar eşlik etti. Her bir ıslıkta bir milyon insan uçtu gökyüzüne, bir ıslık, bir milyon daha, bir ıs, bir mil daha. Buydu onun dileği. Belki... Belki bir gün gelir de 8 milyar insana anlatabilecek bir dile sahip olur... Belki bir gün gelir de 8 milyar insanın dinlediği bir şarkı olur...

Masallarını iyi duyurmak için yanına kadar gelmiş olan kurtlar tekrar ormanlarına döndüler, kıyıya sırt üstü vurmuş beyaz balina uyandı, iyi bir gerinmeden sonra yüzgeçlenip denizinde özgürce uçmaya döndü. İhanetin nefreti bir yana, özgürlüğün rüzgarını hissetti kalbinde. Takıldı küçük beyaz balinanın peşine ve sonsuzluğuna doğru uçtu... Uçtu... Uçtu...

Buydu işte onun dileği...