Bir "gölge" olarak yaşamayı tattığında, hiç'in bir anda nasıl da her olabildiğini anlayacaksın...

Wednesday, May 22, 2013

Ama Sen Yoksun


bekledim sessizce seni
umuda dönüktü gözlerim
attım dalgalara kalbimi
boğuştu kalbimle denizim

koştum rüzgara doğru
bir maceraydı hayatım
gittiğim uzun bir yoldu
çok yordu beni ayaklarım


oturdum ağacın dibine
yapraklar düşüyorlar yere
sonbahar geldi çattı
ama sen, sen yoksun yine


martılar terketti şehri


ama sen yoksun
gözlerime sordum
aaah gelmiyorsun
kalbim senden yoksun

atmıyor, bu hayatı yaşatmıyor

Saturday, May 4, 2013

Dünya, Tek Bir Yüzle Yaşamak Için Oldukça Zor Bir Yer

Öyle bir hissin içindeydi ki; yıllar boyunca konuştuklarının arasından tek tek seçerek, söyleyemediklerini toplayabilecek gibi hissediyordu kendini. Artık çoğu şeyi (hiçbir zaman herşeyi olamayacak zaten) anlayabildiğini düşünüyordu. Kim bilir? Belki de bir yanılgıdan ibaretti; önemi var mıydı?

Her zamanki gibi yine sabah kalkmış ve siyah beyaz küçücük kareciklerle donatılmış kupasıyla kahvesini almış, dört kişilik bir kül tablasının, hesaplı olsun diye, yalnızca tek kişiliğini kullanıyordu. Biliyordu ki içinde birçok 'o' vardı aslında. Artık bunu biliyordu. Bunu anlayabilmesi için o günün diğer günlerden farkı neydi hiç kimse bilmeyecekti; belki gece uyurken hiçbir zaman hatırlayamadığı ama bilinçaltına işleyen rüyalardan biri, belki de güneşin matlığı, ya da sokakta oynamayan çocukların korku dolu sessizlikleri... İçinde barındırdığı 4 farklı kişilikle tanışmıştı işte.

Aslında varlıklarının hep farkında olduğunu o da biliyordu, belki korkuyor, belki de utanıyordu tanışmaya. Oysa 'içine' kapanık biri olarak, içindekilerle çoktan tanışmış olması gerekiyordu. Belki de içindekilerin pek de dışına açık kişilikler olmamasından kaynaklanıyordur. Yine ve yeniden; kim bilir? Yine ve yeniden; önemi var mıydı?

O'nlar için önemi olan tek şey artık bu farkındalığı yaşamaktı, bundan sonraki süreçte birbirlerini daha iyi tanıyıp, her birisini tamamlayabilmekti. Neden yok etmeyecekti de, aksine bütünlemeye çalışacaktı ki? Cevabını, hemen arkasından sokağa baktığı camın üzerine bordo bir rujla çoktan yazılmış olarak buldu. O sorunun cevabı değildi belki ama; o an, onlar için, o yazı yalnızca o soru için yazılmıştı ve büyük bir keyifle, yeniden sokağa çıkabilecek gücü içinde toplayışını adım adım hissetti. Ne mi yazıyordu?


Wednesday, May 1, 2013

Gerçekler & Yansımalar

'Aynaya bakmak ne kadar da zor geliyor böyle... Ne olduğumu öğrenene kadar, nasıl olduğumu unutmak üzereymişim meğer.'

Aynayla mı yoksa kendisiyle mi hesaplaştığını o da bilmiyordu aslında. Böyle bir sorgunun önemini ise hiç kimse hiçbir zaman bilemeyecek. Ayna dediğin kendinin yansımasıdır derler genelde; peki ya ayna da birşeyin yansımasıysa?

Bokovski, aynadan kendisini izleyen biri olduğunu düşündü o an. Öyle birşeydi ki; yalnızca o aynaya baktığında izlenildiğini görüyordu. Bu kadar mı yabancılaşmıştı gerçekten kendisine? Ve bu kadar kolay mı yabancılaşmıştı gerçekten kendisine?

Peki ya söyleyip durduğun şu 'gerçekten' kelimesine ne demeli Bokovski? Bu yazının konusu 'yansımalar' olduğu halde, neyin gerçekliğinden bahsediyorsun? Herkes, parçası olmaya çalıştığı herhangi bir şeyin yansıması olmaya çalışıyorsa, o halde parçası olunan şeyler değil midir gerçek olanlar, diye sorar Popoviç, fakat aldığı yanıt karşısında ve aynı anda aynanın da karşısında donar kalır.

Gözlerini kapattığında göremeyeceğin şeyler, aslında yine gerçek olmayacak olan şeylerdir ne de olsa, ta ki gördüklerinin ne kadar gerçek olduğunu 'gerçekten' bilene dek. Gelecekten anılar bile anlatabileceksin o zaman, tıpkı şu an geçmişte hiç yaşanmamışlıkları anlatabildiğin gibi. Kaybettiğin öngörünü bulacaksın 'gerçekten' bildiğinde birşeyin gerçek olduğunu.

O yüzden yalan zaten hepsi; geçmişteki hiç yaşanmamışlıklarıyla ve gelecekten anılarla.

Bırak, senin gerçeğin sende kalsın; bunun anlamı budur dostlar, dedi Çişiko. Edindiğin ve ediniyor olduğun ve edineceğin tüm herşey, sadece ama sadece senin aynandan yansır ve yine sadece ama sadece sana ulaşır. Böyle bir durumda sen ona 'gerçek' demişsin Bokovski; peki ya aynı yansıma Popoviç'te farklı bir şeyse?

Sadece kültürel gerçekler, -toplum içinde uyulması gereken, yazılı olmayan- herkes ile aynı dili kullanıyorsa, o halde neden toplumun bizzat içinde de aynı sorunlar bireysel olarak baş gösteriyor? Yoksa biz hiçbir zaman bir toplum olamadık mı aslında?

Sahi, biz ne için toplummuştuk buraya?