Bir "gölge" olarak yaşamayı tattığında, hiç'in bir anda nasıl da her olabildiğini anlayacaksın...

Sunday, April 28, 2013

Saat Yalnızca 14:03; Tıpkı 23:57 gibi

Çok hareketliydi herşey. Çok hızlı akıp geçiyordu zaman; ya da aslında kısa zamanda o kadar ama o kadar çok şey oluyordu ki, hızlı olanın zaman olduğunu sanıyordu. Değerlendirebildikten sonra öylesine yavaş ve öylesine doya doya ki aslında. O da varmıştı bunun farkına ve de keyfine.

Gözlerinin içine bakar, bakar, bakar... Öylesine bilinçli kurardı ki hayallerini, tüm detaylarını gözden geçirir, attığı her adımda etrafına bir kez daha bakar, görüş alanına giren ve oradan çıkan her yeni ayrıntıyı akıtırdı yeni görüntüye. Düşünürdü sonra; "Aslında zaman o kadar da hızlı akmıyor, farkındalığını kaybetmedikçe!" diye.

Saatine baktığında 14:03'ü gösteriyordu iki küçük uzuv. Çok esrarengiz bir önemi yoktu aslında şifresi çözülen zamanın. Sıradan bir şifreydi sadece: 14:03. Tıpkı 23:57 gibi. "Zaten 'esrarengiz' dediklerimiz, bizim tam da o ana yüklediğimiz gizemden ibaret değil midir?".

Durdu ve düşündü: Yalnızca ve yalnızca iki küçücük uzvun, tüm bir sistemi nasıl kontrol ettiğini, tüm insanlığın, bu biri diğerinden az biraz daha uzun, öte yandan daha ince olan iki çubuğun nasıl olup da kölesi olduğunu düşündü. "Zaten kölesi olunan herşey insan icadı değil midir?"

Tüm bu cevapsız sorular, belki de anlamsız çelişkiler, beynini öylesine kemirmeye başlamıştı ki; zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlayamamıştı bile. Çok hareketliydi herşey. Çok hızlı akıp geçiyordu zaman; ya da aslında kısa zamanda o kadar ama o kadar çok şey oluyordu ki, hızlı olanın zaman olduğunu sanıyordu. Değerlendirebildikten sonra öylesine yavaş ve öylesine doya doya ki aslında. O da varmıştı bunun farkına ve de keyfine. Fakat bu sefer değil.


Saturday, April 27, 2013

RE-JENERASYON ÇALIŞMALARI

Merhabalar Sevgili ve Saygılı Olduğunu Umduğum Okur, Düşünür ve Yazar!

Çok sanatsal bloguma restart atmaya karar vermiş bulunmaktayım, dolayısıyla bundan sonra daha çok;

- çoğu zaman beyin fırtınası

- bazen beyin sulanması

- felsefi konuşmalar

- gereksiz düşünceler (ama sesli düşünceler)

gibi fucktörlere yer vermeyi düşünüyorum! Umarım hoşuna gider. Ha gitmedi mi; dur hemen çekip gitme, sen bana lazımsın! Biricik ve yalnız ama yalnız sana ait olan o düşünceni gel paylaş, daha orjinalini yapalım. Dersen ki; fikir benim, neden sana vereyim? Ortak oluruz, hı ne dersin?

Geniş lafın darı, bundan sonra blogda, aptal saptal yazdığım şiirlerin yanı sıra, son derece ergen*, son derece gereksiz** yazılar ve tam 180 derecelik kelime oyunlarıyla karşılaşacaksın!

Bırak hayal gücün özgür kalsın, burası senin saçmalama yerin olsun.

Ne de olsa bir gölge gibi buradaki HAYAT... 

Gölgede HAYAT başka, gerisi bayat...


deepnotlar:
*ergen = İçinde bulunduğumuz 21.yüzyılın Türkiye'sinde, 'ergen' kelimesi genellikle birçok anlamda kullanılmakla birlikte, bugün daha çok 'herkesi ilgilendiren, ama kimsenin ilgilenmediği' şeyleri düşünen insanlar için kullanılmakta. Örneğin; sevgili Okan Bayülgen'in de dediği gibi "Istanbul bir nükleer çöplüktür!" diye düşünüyorsan; ve hatta bunu bir de dillendiriyorsan (muhtemelen bundan sonraki yazıda 'dilllendirmek' üzerine düşüneceğiz) işte o zaman 'ergen'sin. Başka bir örnek verecek olursak; eğer kalkıp da "Kimsenin sevgisine inanmayacaksın abi, herkes yüzüme gülüyor, arkamdan konuşuyor!" dersen, sen yine bir 'ergen'sin. Diyeceksin ki şimdi; "iyi de hocam, bunu herkes söylüyor?". İşte, bu ironiyi de sen düşün artık, ne kadar bilinçli kullanıyoruz değil mi, 'ergen' kelimesini.

**gereksiz = 'Gerek' kelime anlamıyla ihtiyacı olunan, yapılması şart olan demekle birlikte, almış olduğu '-siz' ekiyle boş yere, fazlalık anlamına gelmektedir. Peki 'gereksiz' olan şeyler neler günümüzde: Örneğin eğer şöyle dersen; "Abi bugün dolmuşa bindim, mağlum, öğrenci fiyatı 1,5TL, şoföre de "öğrenci" diyerek 2TL uzattım 50kuruşum olmadığı için. Hiç sorun yoktu, herşey harikulade idi. Lakin aradan süre geçip giderken, yol müsait olduğu halde sevgili şoför amcanın vites kolunun hemen yanındaki göz kamaştıran madeni paralarla hiç ilgilenmemesi, bana 50kuruşumu vermeyeceğini hissettirdi, ve "abi, 2TL vermiştim" diyerek şoför amcaya hatırlattım. Ne de olsa öğrenciyim diyerek değil ama, ne de olsa "hakkım" diyerek! Aradan geçen zaman diliminden olsa gerek, "Herkesin para üstünü verdim" gibilerinden açıklama yapınca, çeşitli anı ve içeride bulunan hem şahit hem de yolcular yardımıyla neyse ki 50kuruşumu geri alabildim, fakat sevgili şoför amca tüm yol boyunca kendi kendine konuşup (sayıp) durdu." , bunu anlattığın kişi (muhtemelen çoktan gitmiş olacaktır fakat olasılıkları düşünelim) "ne kadar 'gereksiz' abi 50kuruş için değdi mi şimdi?" gibi açıklamalarda bulunacaktır. İşte bu, 'gereksiz' kelimesinin günümüzdeki yaygın kullanım şekli. Öte yandan en gerekli şeylerden birkaçı; "abi dün dizi nasıldı ya, o onun amcasına herşeyi anlattı, diğeri de yengesini ayarlamaya gitti, çok fenaydı oğlum ya", veya "saatim nasıl abi, dün aldım. Adam önce 50bin çekti, n'apıyorsun dedim, ne satıyorsun öyle falan, neyse 48bine kadar indirdim oğlum, feci kazıkladım adamı ahaha". Bunları yapmadan güne gözlerini kapatma, öyle 'gereksiz' şeylerle uğraşma.

Tuesday, April 16, 2013

Bir Yitip Gitmenin Hikayesi


bir yitip gitmenin hikayesiydi bu
aç, susuz, nefes bile almadan
karşıya geçmesi gerekiyordu
köşedeki gişeye gidip kadından
bir bilet ve
dayanabilmesi için biraz daha sevgi istedi
adamı hiç umursamadan bulmaca çözen kadın
bir anda başını kaldırıp adama baktı
tam da gözlerinin içine..
onları hiç ayırmadan bir bilet verdi adama
kadının gözlerinde bir anda
kıyıya vurmak üzere hazırlanmış
şeffaf dalgalar oluşmuştu
dalgalardan bir damla çekti aldı ve
akıttı gözünden çenesine doğru
kendisine de bir bilet aldı sonra kadın
dışarı çıkıp kilitledi gişenin kapısını
kapalı gişeydi artık
bir yanda beşiktaş vapuru
diğer yanda cennete uzanan merdiven
ortasında kudurmuş deniz
kadın, adamın elini tuttu
biletlerini kalp hizasındaki ceplerine koydular
vapura almadılar onları.. cennete de..
karşıya geçmeleri gerekiyordu
yaşamın karşısına...
dalgalar kabul etti biletleri
bir anne gibi sarılıp
gömdü koynuna onları
aç, susuz, nefes bile almadan
bir yitip gitmenin hikayesiydi bu

for the world now, seeing is believing, but
what If all of the things are only reflections...